Her yıl, yılda iki kez çok sevdiğim bir yazarı hatırlarım.
Sabahattin Ali…
Gazeteci olması dolayısıyla 24 Temmuz’da ve doğduğu gün olması sebebiyle de 25 Şubat tarihinde kendisini hep anarım.
Bilmeyenler için söyleyelim, Sabahattin Ali sadece bir yazar değil aynı zamanda öğretmen, şair ve iyi bir gazeteciydi.
Çocukluğumdan bu yana kendisine karşı ayrı bir sempati duymakla birlikte gariptir ki ölümü her yıl içimde bir burukluğa neden olur.
İtirafı yapılmış siyasi bir partinin suikastına uğraması da buna bir etkidir belki de…
Ne yazık ki, gazetecilerin basın özgürlüğü alanında ki kısıtlamaların 1930'lu yıllara kadar tezahür ettiğini bu şekilde görebiliriz.
Özgürlük adı altında faşizmi benimseyen ve bunu ısrarla inkar eden siyasi partiler nedeniyle biz düşüncelerimizin içinde baskıyla hapsoluyoruz.
Ve ne yazık ki, buna karşı çıkmak dahi otoriteryanizme itaatsizlik kabul edilerek, özgürlüğümüze bir darbe daha vuruluyor.
İnsan, hayatını kendisine dayatılmış siyasi ideolojileri benimseyerek yaşamak zorunda bırakılmış bir canlıdır.
Bunun kaçımız farkındayız?
Eminim pek çoğumuz dikte edilen düşünce biçimleri üzerine bir hayat sürdüğünün farkında bile değil.
Halbuki duayen yazarımız ne derdi, "İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı."
Bıraktığı bütün eserleriyle günümüz edebiyatına öncülük eden ve eserleri en çok satan yazar hakkında bilgi sahibi olmanın ve bunun değerlendirilmesi kanaatindeyim aslıda.
Sabahattin Ali’nin yaşamı bana bazı şeyleri öğretti.
Mesela, önyargıların neden olduğu bir değerin, bu topraklar üzerinde kaybedilebileceğini…
Kendi rızası ile değil, planlanmış bir mecburiyet üzerine kaçması sağlanan, romanlarında ve şiirlerinde insan ruhunu en gerçekçi şekilde ortaya koyan ve türkçeyi kusursuz kullanan değerli bir yazarı kaybedişimizi her yıl anmaya devam edeceğim.
Her ne kadar görüş ayrımı olsa da, devlet önderliğinde suikaste uğradığı ve yerini bulmamış bir adalet olduğunu da her zaman savunacağım.
Karşında kim olursa olsun doğruları söylemekten vazgeçmemiș, dönemin hükümetine adeta kırmızı alarm vermiş, "Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklâli siyasi oyunlara alet edip, elden kaçırmayalım. Sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım! Bu gidişatın sonu hayra çıkmaz" diyen adamın cesaretine hayranlığımı bir kez daha ifade etmek isterim.
Diğer pek çok mevzu gibi Sabahattin Ali'nin hayatıda ölümüyle birlikte tozlu raflara kaldırılıp üzeri örtüldü.
Bu ülkede sanatçı olmak ne yazık ki toplum değerleri ve öğretileri dışına çıkıldığında gerçekleşebiliyor.
Sabahattin Ali, bunu naifliğin en yalın hali ile başarmış gerçek bir sanatçıydı.
Bu vesileyle, önce Sabahattin Ali gibi, Uğur Mumcu gibi düşüncelerinin kurbanı olmuş nadide gazetecilerin ve ardından mesai menfumu gözetmeksizin, yeri geldiğinde hayatları pahasına Türk halkına doğru ve tarafsız haberleri aktarmak için çalışan basın mensubu arkadaşlarımın 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramını kutlarım.
Yorumlar