“Ben, arzunun bu lanetlenişini haklı bulmuyorum. Yani, insanların çocuklara zarar vermedikleri sürece ‘Sübyancı olma’ hakkını savunuyorum.’’

Oldukça ağır bir giriş oldu değil mi?

Okuduğumda elimi ayağımı titreten bu sözler, yıllarca AK Partiyi savunduğunu ancak yaptıkları kötülükler karşısında köşesinden seyretmeyi sindiremediğini fark ettiğini ve boynunun borcu olduğu için siyasete girdiğini söyleyen eski solcu, DEVA Partisi Kurucu Üyelerinden Gülay Göktürk’e ait.

Bu kadar açık ve aleni bir itirafta bulunmak, ardında iyi bir desteğin olduğunu bildiğinden kaynaklanıyor olsa gerek…

Sübyancı olmayı hak olarak gören birisinin eleştiride bulunduğu siyasi partinin “Kötülük” olarak tanımladığı fiiller ne olabilir bir düşünelim.

Sübyancı sitelerine internet polisleri tarafından baskın yapılması mı? Ya da sübyancıların gazetelerde veya ekranlarda teşhir edilmesi mi?

Sanıyorum zamanında Gülay Göktürk’ün AK Parti’yi desteklemeyi bırakması AK Parti için pek de kayıp sayılmadı…

Gülay hanım 2000’li yıllarda kaleme aldığı bir yazı aslında ancak arşiv unutmaz…

Geçtiğimiz yıl bu yazısı sosyal medya da yeniden gündem olmuştu.

Yaşım gereği elbette o dönemin gündemine bilmem mümkün değil. Ancak araştırdığım kadarıyla bu yazısının ardından Gülay hanımdan bir açıklama yapılmamış ya da ben görmedim.

Ancak geçtiğimiz yıllarda Martijn adlı pedofil derneğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvurusunun reddedildiği yönünde haberleri okuyunca da, “Acaba hala aynı görüşte mi?” sorusunu kendime sormayı bıraktım.

1998 yılında, 58 yaşındaki bir adamın 23 yaşındaki bir kadın ile nikah masasına oturmasını ‘’Sapıklık’’ olarak atfeden birisinin daha sonra bu görüşünün birden sübyancılığı savunmasına geçmesi de aslında oldukça şaibeli bir durum.

Geçtiğimiz yıl bu köşe yazısının yayınladığı Sabah Gazetesinde yazı halen yayınlanmakta idi. Sanıyorum yeniden gündem olması ve tepki çekmesi üzerine yazı kaldırıldı.

 Aradan geçen 22 yılda sizce bu yazıyı kimler okumuştur?

Bu yazıyı okuyup, ‘’Aa evet bu bizim hakkımız ve artık bir avukatımızda var’’ diyen kaç sübyancı cesaretlenmiştir?

Ne aldığınız eğitimler, ne kariyer geçmişiniz, ne siyasi geçmişiniz umurumda değil. Hukuksuzluğu medenileştirmek cehalettir efendim.

Basın ve gazetecilik, özgürlüklerin savunucusu olmalı, ancak bu özgürlüklerin sınırlarını da bilmelidir.

Basını, gazeteciliği kullanarak, ‘’Özgürlük’’ adı altında ahlak ilkelerinin çiğnendiği toplumsal ahlakın hiçe sayıldığı düşünce biçimlerinin kamuoyuna alenen paylaşılmaması gerektiğini artık anlamalıyız.

Basının, halkı gündemden haberdar etme işlevi haricinde dikkat çekme ve reklam aracı olarak kullanılmaması gerektiğini de artık anlamalıyız.

Söylenecek çok fazla şey var aslında, ‘’Yazarsam çok ağır olur’’ diyerek kendimi baskıladığım ve klavyemi filtrelediğim bir köşe yazısı oldu.

Keşke laiklik ilkelerine gösterilen hassasiyeti biraz da özgürlük adına sapıkların sapıklık haklarını savunan kişiler için gösterebilseydik.

Keşke biraz da bunlar için sesimizi çıkartabilseydik…

Çünkü bir bireyin özgürlüğü, başka birinin haklarını çiğnediği noktada sona erer.

 

Sözlerimi, Gülay Göktürk’ün köşe yazısından bir alıntı ile bitiriyorum;

 “Bence biz büyüklerin çocuk pornosunu neredeyse "İnsanlığın tanıdığı en büyük suç" haline getirişimizin altında yatan psikolojiye dikkatle bakmamız lazım. Kimin adına doğuyor bu büyük öfke? Çocuk pornosunun kurbanı olan çocuklar adına mı; yoksa başka bir şey mi var altında?

Benim görebildiğim kadarıyla, çocuk pornografisini lanetleyip yasaklama isteğinin iki farklı kaynağı var. Bunlardan biri sübyancı büyüklerin bir fantezilerinin yasaklanması...

"Koskoca adamlar nasıl olur da bacak kadar çocuklara cinsel haz nesnesi olarak bakarlar!" İşte sansürün asıl dürtüsü bu. Asıl bu arzu lanetleniyor, yasaklanmaya ve cezalandırılmaya çalışılıyor. Çünkü mevcut cinsel ahlak çocuk bedeninin arzulanmasını en büyük cinsel suç olarak görüyor.”